HER EVİN BİR ÖYKÜSÜ VAR

 
Çocukluğumda bizim mahalle
Kanal Boyu. Sağ köşedeki mavi ev.
Pencereden gördüklerimize tanık
oluruz. Ya görmediklerimiz?
Fotoğraflar için buraya tıklayınız
Bu bir Malatya- Tahtalı Minare
Barutçu / Aydınoğlu hikayesidir. 

Muhittin Hoca Efendi. gerçek bir 
yaşam Öyküsü

HAYDARPAŞA GARI
BU YIL BEŞİNCİSİNİ
DÜZENLİYORUZ. 
10 KASIM 2024 PAZAR
SAAT 12:00 -14:00 ARASI



10 Kasım 2024 Pazartesi gününü takviminize yazdınız mı?
Her şey o gün 13 Kasım 1918 tarihinde başladı aslında. . Mustafa Kemal Atatürk Haydarpaşa garına ulaşmış, oradan kendisini almaya gelen Kartal İstimbotu'na binmek üzere merdivenlere yönelmişti ki,  yaveri Cevat Abbas yanına gelip bir süre beklemeleri gerektiğini söyledi. Mustafa Kemal tahmin ettiği şeylerin gerçekleşmiş olduğunu anladı. Başını kaldırıp Marmara'dan Boğazın girişine baktı. Üç yıl önce Çanakkale boğazında mağlup edip evlerine gönderdiği İngiliz ve Yunan orduları İstanbul'u işgal etmek üzere nispet yaparcasına boğaza giriş yapıyorlardı. Korkulan olmuştu.
Bekleme süresi dolmuş, İşgal kuvvetleri Haliç girişinden Dolmabahçe önlerine kadar giderek yerlerini almış, Saraya tehditler savuracak şekilde demir atmişlardı.
Mustafa Kemal kararını vermişti. Cevat Abbas'a işaret ederek Kartal İstimboltuna bindiler. Cevat Abbas çok üzgündü. Paşa ise kararlı.  İstimbot boğazın sularını yarıp işgal donanmalarının arasından geçerken yaverine şöyle dedi.
"TASALANMA ÇOCUK, GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER"
VE DEDİĞİNİ YAPTI. 
KASIM AYI CUMHURİYET TARİHİ İÇİN ÇOK ÖNEMLİ OLAYLARA EVSAHİPLİĞİ YAPTI.
29 Ekim'de Cumhuriyet ilan edildi.  Bağımsız bir devlet olmanın temeli atılarak ümmetlikten vatandaşlığa geçildi. 1 Kasım tarihinde önce Saltanat kaldırıldı altı yıl sonra da harf devrimi yapıldı.
Biz her yıl 13 Kasım'da Haydarpaşa garı önünde 12:00- 14:00 arasında kitap okuyarak Cumhuriyetimize damga vuran bu özel yere saygı sunmak istiyoruz ve diyoruz ki OKUSALARADI YAPMAZLARDI.
Daha fazla bilgi için lütfen sitenin konuyla ilgili bölümünü ziyaret ediniz.
Numan Aydınoğlu

ETKİNLİK FOTOĞRAFLARI İÇİN
RESME TIKLAYINIZ.
HER YIL 13 KASIM'DA 
SAAT 12:00 DA BEKLİYORUZ.
OKUSALARDI YAPMAZLARDI.
Özel ve Güzel

GÜNÜN MESAJI

 En Anlamlı Söz

Karıncaya sormuşlar :
''Nereye gidiyorsun?''
''dostuma'' demiş.
''Bu bacaklarla zor'' demişler.
Karınca : ''olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş... 

AYDINOĞLU SOYAĞACI

 Aile Soyağacımız

Hayatın Güldüren Yüzü

Hayatın Güldüren Yüzü
Sadık Şendil

Muhittin Hoca Efendi Hazretleri

Muhittin Hoca Efendi Hazretleri

Yalçın, ilçeye komiser yardımcısı olarak atandığında aldığı terfiden dolayı çok mutluydu. Yeni evlenmişti. Bu terfi sayesinde hem maaşı biraz artacak hem de Anadolu’da bir ilçede karısı ile geleceğe hazırlanacaktı. Mesleğinde gelecek bekliyordu. Polis akademisinden mezun olduğu gün gururla babasının karşısına çıkıp çocukluk aşkı Elif ile evlenmek istediğini, Elif ile lise yıllarından beri bugünü beklediklerini anlatmıştı.

Oğlunu, karşısında üniforma ile gören babanın, gururu bir kez daha okşanmış ve tayin haberini dahi beklemeden aile dostları Ahmet Bey’in kapısını çalarak kızları Elif’i istemiş ve böylece yıllara dayanan aile dostluğu akrabalığa dönüşmüştü.  Elif, Mardin’e öğretmen olarak tayin olmuş, Yalçın’ın ilk görev yeri ise Artvin olmuştu. Nişanlılık döneminin hasretle başlaması gençlerin birbirlerine olan tutkularını daha da artırmış ve bir an önce düğünlerinin yapılması kararı alınmıştı.

 

Yalçın elindeki terfi ve tayin belgesini okurken bir anda çok uzakta olmayan ama geride kalmış günleri düşündü. Şimdi karı koca aynı şehirde idiler ama, artık elinde tuttuğu kâğıt onun bir kasabanın komiser yardımcısı olduğunu söylüyordu. Yeni bir mekân yeni bir çevre demekti. Kendisi kasabanın güvenliğinden sorumlu olurken, karısı da ilk okul öğrencilerine ışık saçacaklardı.

Temmuz ayının başında gelen bu tayin, işlerini biraz daha kolaylaştıracaktı. Karısı ile ilçeye gidecek, kalacak bir ev tutacak, evini yerleştirecek ve hemen karısının da ilçeye öğretmen olarak tayin edilmesi için dilekçe vereceklerdi. Babası hep söylerdi Yalçın’a: “Sen kalbini temiz tut. Sen dürüst insan ol, işlerin kolay hallolur.” Öyle de oldu. Kısa sürede ev ve tayin işlerini halledip yeni kasabada yeni evlerine yerleştiler. Tipik Anadolu geleneği yaşanan kasabada ”hoş geldin” ziyaretleri ile başlayan komşuluk ilişkileri sayesinde kendilerini hiç yalnız hissetmediler.  Elif, öğrencileri ile haşır neşir oluyor, Yalçın ise son derece sakin ve huzurlu olan kasabada Komiser, Savcı, Hâkim, Ziraat ve İş Bankasının şube müdürleri ve birkaç avukat ile zaman zaman bir araya gelerek akşam sohbetleri yapıyorlardı.

 İlçede her şey yolunda gidiyordu ancak tek bir sorun vardı. Muhittin Efendi. Hoca efendi adıyla da tanınan ve ilçe halkının kendisinde ilahi güçler olduğuna inandıkları zat. Nedense kasabada sadece Yalçın’ı rahatsız ediyor gibi görünüyordu.  Konuyu ne zaman Muhittin Hoca’ya getirse başta savcı olmak üzere herkesin, önce yüzü kızarıyor sonra da sohbeti başka tarafa çekmenin yolunu arıyorlardı. Yalçın konuyu karısı Elif’e anlattığında Elif’in de kulağına gelen bazı şeyler olduğunu ama, kimsenin Muhitin Efendi hakkında konuşmak istemediğini fark ettiğini öğrendi. Karı koca tüm uğraşılarına rağmen küçücük kasabada kendi prensliğini kurmuş krallar gibi yaşayan Muhittin Hoca hakkında bir türlü istedikleri bilgiyi alamıyorlardı.

Kasabanın doğu girişinde bahçe içinde üç katlı bir evde oturuyordu.  Ev kasabanın eski ailelerinden Kerimoğlularına aitti.  Asım Kerimoğlu, işte tam da bu evin bahçesinde, yeğeni Zehra’nın Amerika’ya okumaya gitmesini kutlamak için bütün aile fertleri ile bir araya geldiklerinde ailenin üstende dolaşan kara felaketten habersizdiler. Zehra, ailenin hem ilk okuyan kız evladı hem de Amerika’ya giden ilk üyesi olacaktı. Kutlamalar yapıldı, kadehler kaldırıldı, gökyüzündeki yıldızlar hedef alınıp silahlar patlatıldı. Aile eğlenirken, Azrail sanki bir kenarda oturmuş onları izliyor görev vaktinin gelmesini bekliyordu. Ertesi sabah kasaba Asım’ın silah sesleri ile uyandı. Daha ezan okunmamıştı. Asım Doktor Serdar’ın evinin önünde hem çığlıklar atıyor hem de rastgele ateş ediyordu.  Her şey bir hafta sonra gelen otopsi raporunda açıklanmıştı.  Toplu zehirlenme vardı işin içinde. Bir tek Asım’ın hayatta kalması, şüpheleri üzerine çekmesine ve bunun toplu bir cinayet olması ihtimalini oluşturmuştu. Davalar görülmüş Asım aklanmıştı ama kasaba halkı hala Asım’a şüpheyle bakıyordu. Ve bir gün Asım kimseye bir şey söylemeden kasabayı terk etti. Evi ve tüm mallarını birilerine satmıştı.  Alanı kimse tanımıyordu. Önce dedikodusu geldi. Evi alan çok muhterem birisi imiş. Hastaları iyi ediyor, kısır kadınların doğurması için ilaç ve muska yazıyormuş. Kaç tane kadın onun sayesinde evlat sahibi olup yuvasını kurtarmış. Allah’ın kendisine özel ve ilahi güçler verdiği birisiymiş. Türkiye’nin her yerinden çaresiz hastalar deva bulmaya geliyormuş. Evinde tedavi edip sapasağlam gönderiyormuş. Para filen da istemiyormuş sadece yapılan bağışlar ile kaç caminin halılarını aldığını kendisi bile hatırlamıyormuş. “Allah için yapılan bağışlar, Allah’ın evine yakışır” diyormuş. Tabi o böyle deyip muska yazdıkça ona inanalar da muskanın etkisi daha çok olsun diye bağışlarında oldukça cömert davranıyorlarmış.

Böylesine bir üne sahip hoca efendi daha kasabaya gelmeden kasabalının merakını ve ilgisini çekmişti. Lanetli evi de almış olması kasabalıda ayrı bir memnuniyet yaratmıştı. Hoca efendi sayesinde kasabanın uğursuzluğu da ortadan kalkacak, eski huzurlu günlere dönüleceğine dair umudu artırmıştı.

Hoca gelmeden evvel eve gönüllüler gelip evdeki tadilat ve tefrişat işlerini yapmaya başladıklarında kasaba halkı ile de temasa geçerek hocanın hikmetini anlatmışlardı. Kasaba halkı da anlatılanlara inanıp hemen harekete geçerek hocaya karşı saygı ve sevgilerini iletme fırsatını değerlendirmeye çalışmıştı. Halk, gelecek hocayı gözünde resmen Allah’ın yer yüzündeki gölgesi olarak görmeye başlamıştı. Öyle ki, restorandakiler gönüllülere bedava yemek dahi verip hocanın kendileri için dua etmelerini istemişlerdi. Mobilya mağazası sahibi Süleyman, bir anda gençlik günahlarından kurtulma umuduyla hoca efendinin tefekkür odasını para almadan döşemişti. Odanın bir köşesine hocanın tefekkür edip rüyaya yatması için bir yatak, oturduğu yerde kuran okuyabilmesi için rahle ve yer minderi koymuştu. Dinlenmesi için koyduğu yatağın tam karşısında abdest bozma ve tazeleme yeri vardı. Gece karanlıkta kalmasın diye adına “nur” dediği ışığı direk rahlenin üzerine gelecek şekilde ayarlamıştı. Bütün bunları da hocanın duası yeter diyerek hediye etmişti.

Yalçın, eğitimi ve Cumhuriyet değerlerine bağlılığı nedeniyle hoca efendinin gerek kasabaya ve gerekse insanlar üzerinde kurduğu inanca dayalı sömürü sistemini bir türlü kabullenemiyordu. Olayın üzerine gitmek için   amirinden de yeterli desteği göremeyince konuya hem dikkatli hem de daha sessizce takip etmeye başladı. Kimse Muhittin hocanın kasabaya nereden geldiğini bilmiyordu. Merak da etmiyorlardı. Önemli olan böyle kutsal bir kişinin kasabalarını tercih etmesi idi. 50 li yaşlarında uzun siyah ve beyazın ahenksiz bir şekilde yerleştiği ve hiç tarak değmemiş hissi uyandıran ama, temiz görünümlü ve sürekli gülsuyu kokan sakalları ile yuvarlak çerçeveli gözlüğün arkasından iri yeşil gözleriyle bakan ve bakışlarıyla insanın içini ürperten bir adamdı. Diğer hocalar gibi beyaz Arap mintanı giymek yerine daha çok Fas erkeklerinin giydiği Gandura denilen koyu renkli bir kıyafet giyerdi. Başında ise yine Araplar gibi kefiye giyinmiyor, yandan püsküllü kırmızı fese benzeyen bir şapka takıp onun da etrafını gri bir sarıkla sarıyordu.  Kasabaya geldiğinden beri bütün halkı etkisi altına almayı becermişti. Türkiye’nin her yerinden hastalar gelme başlamıştı. Tıpkı kasabaya kendisinden önce gelen bilgileri doğrular gibiydi. Hatta gelen ziyaretçilerin kasabada kalabilmesi için otellerin yatak kapasitesi artırılmış, esnafın da yüzü gülmeye başlamıştı. Herkes “Allah razı olsun Muhittin Hocadan sayesinde işlerimiz açıldı” demeye başlamıştı.

 

Yalçın sakin geçen günün ardından evine gitmek üzere masasından kalkarken dışardan gelen bağıran erkek sesi dikkatini çekti. Camı açıp ne olduğunu anlamaya çalıştı.  Canı sıkılıyordu. Komşu köyden genç bir çift çocukları olmadığı için Muhittin hocadan dua almaya gelmiş ama hoca muska yazmak yerine kendilerini Otele gönderip bu gece beraber olmalarını sonra da karsını kendisine getirmesini ve eşini kendi tefekkür odasında bir hafta misafir edip tedavi edeceğini söyleyince kadın itiraz etmişti. Kocasının olmadığı bir ortamda tedaviye razı olmuyordu.  Kocası da karısını, böylesine muhterem bir zata hürmet etmemek ve güvenmemekle suçluyordu.  Adama göre karısı, neslinin devam etmesine engel oluyordu ya tedaviyi kabul edecek ya da üstüne kuma almasına izin verecekti. Ayrıca böylesine ulvi ve muhterem bir zatın Allah’tan getireceği tedaviyi kabul etmemek Allah’ı inkardan başka bir şey değildi. Yalçın, camdan bakarken erkeğin karısına vuracağını anlayınca hemen olaya müdahale ederek çifti odasına çağırdı. Hikâye çok belliydi. hoca, artık kontrol edilemeyecek şekilde dizginleri eline alıyor ve zehir gittikçe yayılıyordu. Bir şeyler yapması gerekiyordu ama kasabada sözü geçen herkes ya susuyor ya da hocanın tarafını tutuyordu. Kulağına gelen dedikodulara inanmak istemiyordu. Devleti kasabada temsil eden kadroların hocanın müridi gibi davranmasının mümkün olmayacağını düşünüyordu. Dedikodulara inanmak istemiyordu ama hocanın hakkında hiçbir şey yapmıyor olmaları hatta sessiz kalmaları da sanki dedikoduları doğruluyor gibiydi.  Savcının dahi Muhittin’in muskalarından kullandığı söyleniyordu. Devlette müspet ilim hâkim olmalıydı. Laik bir ülkede yaşıyorduk. Atatürk işte tam bu nedenle laikliği anayasaya koymamış mıydı? Bu düşünceler içerisinde eve geldiğinin anahtarı çevirerek kapıyı açtığının farkında dahi değildi. Elif’in sesini duyduğu zaman eve geldiğini anladı. Öyle ki ayakkabısını çıkartıp terlik giydiğinin dahi farkında değildi o ana kadar.  Elif, mutfakta idi her zaman yaptığı gibi önce odasına gidip üniformasını çıkartı. Eşofmanlarını giydi ve mutfağa Elif’in yanına giderek hazırlanmakta olan akşam yemeğine yardım etmek istedi ama aklı hala karakoldaki çiftte idi. Tabakları alırken su bardağına çarptı bardak yuvarlanarak yere düşüp kırılınca Yalçın, suçlu suçlu karsına baktı. Elif, muzip bir gülüşle kocasına baktı. Kocasının yüzündeki ifadeye anlam vermeye çalıştı. Kötü bir şeyler olduğu çok belliydi, haberi böyle bir anda verirse kocasının mutlu olacağını düşünerek hemen lafa girdi. “Canın sağ olsun evimizin bereketi artıyor demektir. Bugün doktor da öyle söyledi”

*****

Yalçın, kızı Zeynep’in ikinci yaş günüde aldı aynı karakola komiser olarak tayin edildiği mektubu. Kendinden önceki Komiser Nuri, Yalçın kasabaya geldiğinden beri işlerden elini ayağını çekmiş her şeyi Yalçın’a bırakmıştı. Resmen gün sayıyor ve suya sabuna dokunmuyordu. Yalçın’a da olayları büyüteceği zaman müdahale ediyor karakolun sesinin yukarılardan duyulmasına engel oluyordu. Emekli olmadan hemen önce de yazdığı rapor ile Yalçın’ın karakolun komiseri olmayı hak ettiğini detaylarıyla anlatmıştı Genel Müdürlüğe. Bu rapor etkisini gösterdi mi bilinmez ama sonuçta Yalçın artık karakol komutanıydı. Akşama da Zeynep’in doğum günüydü. Kasabaya yeni gelen kaymakamı da doğum gününe çağırdı. Son üç ay içerisinde kasabada resmen yönetim kadrosu değişmeye başlamıştı. Yeni kaymakam geleli henüz bir ay olmuştu. Şimdilerde de yeni bir savcının tayin edildiği, karsının da hâkim olduğu söylenen bir tayinden bahsediliyordu.

Yalçın kararlıydı. Bu kadro değişiminden yararlanacak ve Muhittin hocanın din ve inanç sömürüsüne son verecekti. O nedenle yeni kadronun elini hocaya kaptırmasına ne yapıp edip engel olmalıydı. Kızının doğum gününde kaymakamın biraz ağzını aramış ama ondan istediği yaklaşımı görememişti.

*******

Devletin Savcısı olmak demek; sana verilen görevi yer ve zaman gözetmeden en iyisiyle yapmak demek diye düşünüyordu genç çift. Hukuk fakültesini bitirdikten sonra gerekli sınavlarda başarı ile geçmiş stajlarını tamamlamış ve mesleklerini yapabilecek ehliyete kavuşmuşlardı. Zehra kasabanın ilk kadın hâkimi (Hâkimesi) olacak, Nezih ise bir önceki savcıdan görevi teslim alacaktı.

Anadolu’da küçük yerlerde haber çabuk yayılır.  Genç çift kasabaya ulaştıklarında bunun farkına varmakta da gecikmediler. Kasaba el birliği yapmışçasına genç çiftin yeni evlerine yerleşmesi için ellerinden gelen desteği esirgememiş zoru kolay kılmışlardı.  İkisi de gösterilen bu ilgiden çok memnun kalmışlardı. Tam bir Anadolu kültürü yaşanıyordu kasabada. Önceleri kasabanın ileri gelenleri daha sonra da kasabanın bir grup yerlisi Savcı Bey ve Hâkime Hanıma hoş geldin ziyaretinde bulundular. Hayat kısa sürede olağan akışına döndü ancak Zehra, ilk duruşmasına çıktığı günden itibaren kasabalıların kendisine Hâkime Hanım demelerini sağlayamamıştı. Kasabalının gözünde kadından hâkim olamayacağı için Zehra kasabalının gözünde Hâkim Bey idi ve hep öyle kaldı. Duruşma salonunda sanıkların kendisine “hâkim beg” demelerine alışması da uzun sürmedi. Köylünün değişmesini zaman bırakacaktı.

Kasabaya yerleşmelerinden birkaç gün sonra Muhittin Hocanın birkaç müridi Genç Savcı Nezih’i ziyarete gelerek bir hediye paketi getirmişler ve hocalarının kendisi için dua ettiğini söylemişlerdi. Nezih bir anda kasabaya ilk geldiği gün, daha yeni tanıştığı Komiser Yalçın’ın; “Savcı Bey, bu kasabada Muhittin Hoca diye biri var aman dikkat edin” cümlesini hatırladı. Bu cümleyi ilk duyduğunda komiserin işgüzarlığı da olabilir düşüncesi ile pek ciddiye almamış ama, aklının da bir köşesine yazmıştı. Nezih, bu tür ziyaretlerin ve hediyelerin ne anlama geleceğini az çok tahmin edebiliyordu. Talebelik yıllarından beri yakinen takip ettiği Cumhuriyet karşıtı gruplar, devletin özellikle de adli kadrolarını ve kolluk kuvvetlerini değişik taktiklerle etki ve kontrol altına alarak ortamı, kendi faaliyetleri için uygun hale getirmeye çalışacaklarını tahmin ediyordu hatta bundan emindi. Bu hediye paketi ile yapılan ziyaretin de bu anlama geldiğinden emindi. Ziyaretçilerine, getirdikleri hediyeyi almalarını, makama getirilen hediyelerin rüşvet sayılacağını ve bu nedenle de suç işlediklerini ama, bu defalık işlem yapmayacağını  ve devlet dairelerinde herhangi bir dinin kurallarının uygulanmayacağını, devletin laik olduğunu, kanun karşısında herkesin eşit olduğunu söyleyerek görevli memuru çağırıp ziyaretçilerini odasından çıkartmasını söyledi.

Savcı Nezih’in bu davranışı, kasabada duyulunca ciddi bir fikir ayrılığı yaşandı. Kimileri yeni Savcı’yı dinsizlik ve kafirlikle suçlarken, kimileri de gizli gizli alkışlıyordu ama en çok da Komiser Yalçın sevinmişti. Komiser Yalçın, haberi duyar duymaz hemen genç savcının kapısını çaldı. Muhittin Hoca hakkında o güne kadar neler duyduklarından oluşan konuları not aldığı dosyasına bakarak her konuyu detaylarıyla anlatmaya başladı. Nezih, duydukları karşısında zaman zaman hayretini gizleyemedi. Anlatılanları ancak bir sapık yapar ve diğer bir sapık da kabul edebilirdi. Nezih’in en çok dikkatini çeken şey ise; Muhittin Efendinin erkek ziyaretçilerini muska yazarak tedavi etmesi ama, kadın ve kız çocukları için ise zaman zaman muska yazsa da çoğunlukla tefekkür odasında tedavim altına aldığı idi. Ancak bir hukuk adamı olarak da sadece iddialar üzerinden işlem yapmanın hele de böylesine itibar kazanmış, yaptıklarını mucize diye halka inandırmış bir kişiyi, sadece iddialar üzerinden yargılamaya çıkartırsa, halkın nezdinde daha da güç kazanacağının farkında idi. Yalçın’ın bütün anlattıklarını dinledi ama elinde somut bir delil olmadığı için hemen harekete geçmesinin mümkün olmadığını söyledi. Birkaç gün anlatılanlar üzerinde düşüneceğini söyledi. Dosyayı da Yalçın’ın elinden aldı. Aslında yapılması gereken belli idi Muhittin Efendi suçüstü yapılacaktı. Bu konuda da Yalçın’a güvenmesi gerekiyordu. Aksi taktirde kendisi oyuna gelir sonra da halkın gözünde devletin itibarının düşmesine sebep olabilirdi. O nedenle de sakin, güvenli ve doğru zamanda doğru adımı atması gerekiyordu. Öncelikle karakol ile arasındaki güveni tesis etmesi gerekiyordu. Komiser Yalçın’a, eğer bulabilirse komşu kasabalardan gelip de muska yazdırmış ve tedavi olmuş kadınların yaşlarını öğrenmesini istedi. Yalçın’ın davranışına göre bir sonraki adımı planlayacaktı.  Birkaç gün sonra Yalçın, pek umut verici haberlerle gelmemişti. Öncelikle hocanın tedavisi için odasında kalmış hiçbir kadın konuşmak istemiyordu. Hepsinin fikir birliği etmiş gibi söyledikleri birkaç cümle vardı. Hoca kendilerine çok iyi davranmıştı. Adını bilmedikleri bir ilacı suda eritip verdiğini ve daha sonra da o ilacın etkisi ile kendilerini yorgun hissederek uyumak istediklerini söylüyorlardı. Sadece bir kadın diğerlerinden farklı olarak, ilaç tesir etmediği için bedenine hapsolmuş uğursuzluğu ve kısırlığı kovmak için hocanın farklı şeyler yaptığını ama sırf çocuk sahibi olmak için acıya dayandığını söylemişti. Ancak hiçbir kadın mahkemede şahitlik yapmak istemiyordu. Hem hocanın lanetinden hem de kocalarından korkuyorlardı. Oysa en çok da karakol önünde kavga eden çiftten umutluydu. Kadın bebesini kucağına almış, kumaya engel olmuştu. Anca Yalçın’ın o kavga günü gördüğü, özgüveni tam, hayattan ne istediğini bilen kadın gitmiş, yerine başı önde ve hayata karşı duruşunu kaybetmiş, omuzları düşmüş bir kadın gelmişti. O da konuşmayı, daha doğrusu tedavi sırasında neler yaşandığını anlatmayı reddetmişti. Zaten çok fazla şey de hatırlamıyordu o günlerden. Ama tedavi işe yaramıştı ve kocasının tedavinin başlamasından bir gün önce  bıraktığı tohumları bedeninde can bulmuştu.

Yalçın, hafta sonunu evinde çalışarak geçirdi. Günlerdir konuşma yaptığı kadınların isimlerini ve hatırlayabildikleri kadar hocanın evinde ne zaman ve kaç gün kaldıklarını, sonra çocuk sahibi olup olmadıklarını, yazılmış muskaları ne yaptıklarını tek tek rapor haline gelirdi.  Dosyasını hazırladı. Yatmaya gitmeden önce kızının odasına giderek onu öptü. Kız babası olduğu andan itibaren de hayata bakışı değişmişti Yalçın’ın. Özellikle kadınlara karşı yapılan haksızlıklara eskiden sessiz kaldığı konularda bire karşı davranış sergilemeye başlamıştı. Odasına girmek üzereyken motor sesleri duydu. Komiser olduktan sonra karakolun üst katındaki lojmana taşınmıştı. Evi koruma halindeydi. Kendi güvenliğinden hiç endişe etmiyordu ama kızı ve karısı konusunda dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Pencereye yaklaşıp perdeyi araladı. Karşı sokağın içinde, bir motora binmiş, iki kişi sokak lambasın tam altında durmuş karakola bakıyorlardı. Fark edilmek istedikleri belli idi. Yalçın’ın pencereden baktığını fark ettikleri anda motoru hareket ettirerek karakolun etrafında bir tur atıp gözden kayboldular. Mesaj belli idi.

Yalçın ve Nezih bir gün önceden kararlaştırdıkları gibi savcının odasında erkenden buluştular. Yalçın elindeki dosyayı savcının masasına bırakırken durumu anlatmaya başladı. Ancak bir gün önceki motosikletten bahsetmedi. Savcının kendisinin korktuğunu düşünmesini istemedi. Şimdilik bir tek kendisi bilecekti Motosiklet işini. Yalçın’ı dikkatle izleyen Nezih, dosyaya da hızla göz gezdirdikten sonra kararını vermişti. Yalçın da şimdiye kadar yaptıkları ile savcının güvenini kazanmıştı. Şimdilik kimsenin bilmemesi şartıyla Muhittin Efendiye suçüstü yapmaya karar verdiler. Yalçın bir müddet konudan uzaklaşmış gibi davranacak, karısı Elif dahil kimse bilmeyecekti. Nezih ve Yalçın çok riskli bir işe kalktıklarını biliyorlardı ve dikkatli olmaları gerekiyordu. Kasabada ülkenin her yerinden elini öpmeye şifa bulmaya duasını almaya gelinen kutsal bir kişiye karşı bir operasyon yapacaklardı. İnanmış insanların düşüncelerini değiştirmenin mümkün olmayacağının ötesinde onların, mürşit ilan ettikleri hocaları için göze almayacakları tehlike de yok gibiydi. Mürşide biat etmiş müridin gözü kara olurdu. Karşısında devlet bile olsa cennetin tapusu Mürşitte idi.

Karar verilmişti sesiz ve derinden gidilecek suç üstü yapılacaktı. Kasabaya kış gelmek üzereydi. Kışın insanlar evlerine kapanır, dedikodu evlerde kalır dışarı pek çıkmazdı ama evden eve yayılma hızı ise yaza göre daha hızlıydı.

Yalçın’ın duymak istediği dedikoduyu, kocasının savcı ile aldığı karadan hiç haberdar olmayan karısı, eve getirmişti. Akşam yemeğine yeni oturmuşlardı. Elif’in hareketlerinde bir gerginlik bir kızgınlık vardı. Yalçın karsını iyi tanıyordu. Belli ki, okulda önemli bir şey olmuştu ve anlatmak için kafasında kelimeleri toparlamaya çalışıyordu. Yalçın, ona bu fırsatı verdi. Ve çok geçmeden Elif çatalını yemek tabağının üstüne bırakarak anlatmaya başladı. Ödevini yapamadığı için masumca mazeretini anlatmak isteyen Veysel’den duymuştu her şeyi. İki yıl önce kasabaya yakın bir köye gelin giden ablası, bebesi olmadığı için kocası tarafından sürekli dövülüyormuş. Ablası da dayanamayıp eve kaçmış. Babası da kızını Muhittin Hocaya tedaviye götürmüş. Muhittin hoca ablasını muayene ettikten sonra kıza muska yazmanın doğru olmayacağını, kızının kendisinde en az bir hafta kalması gerektiğini anlatmış. Ama kendisinde kalmaya gelmeden önce de mutlaka kocası ile birlikte olmasını şart koşmuş. Kızın kocasından aldığı tohumların karnında can bulması için tedavi uygulayacağını anlatmış. Abla yiyeceği dayaktan kurtulmak, babası kızını yeniden kocasının evine göndermek, kocası da evlat sahibi olmak için bu teklifi kabul etmiş. Eniştesi de iki gün önce gelmiş. Ablası ise o sabah Muhittin Hocanın evine tedaviye gitmiş. Veysel de işte bu telaş içinde ödevini yapamamış.

Elif, Yalçın’a bunları anlatırken: “Cumhuriyet kurulalı neredeyse elli yıl oldu hala bu safsatalara inanıyorlar, böyle din sahtekarlarının peşinde koşuyorlar. Hiç kimsenin aklına sorunun erkekte olma ihtimali gelmiyor, varsa yoksa kadın. Zaten kadına bu dünyada şeytan, ama öbür dünyada ise huri ve erkeğin en büyük ödülü muamelesi yapan dini bir türlü anlayamıyorum”. Diye şikâyet ediyordu. Çok sinirliydi. Kocasının kendisini dinlerken saatine baktığının, bazı notlar aldığının, yemeğine hiç dokunmadığının farkında bile değildi.   Elif, kocasının aniden masadan kalktığını görünce konuşmasını kesip onu incelemeye başladı. Kocasının da sinirleneceğini beklerken onun yüzündeki mutluluktan daha da bir rahatsız oldu. O sinirle ne diyeceğini bilmeden “yemeğini yememişsin” diyebildi. Yalçın, karısının yanına yanaştı. Onu alnından öptü. “Bu akşam çok daha önemli bir şey var menümüzde önce onu halletmem lazım. Ben gelene kadar evden çıkmayın. Bir bilemedin iki saate kadar gelirim.” Diyerek çıkarmış olduğu üniformasını hızlıca giyindi ve aşağıya karakola indi. Odasından Savcı Nezih’i aradı. Ekibin toparlanması on dakikadan daha kısa sürmüştü. Hedef Muhittin Efendinin evi idi.

*******

              Yapılan ani baskın sonuç vermiş, Muhittin Efendi ve evinde yaşayan müritleri o gece savcılık tarafından gözaltına alınmış ve genç savcı Nezih, gereğini yaparak hocanın evini ve tefekkür odasını de arayarak delil niteliği taşıyacak ne bulduysa el koymuştu. Bir gün önce tedaviye gelen genç kadın ise tefekkür odasındaki yatakta; yarı baygın halde yatmış, karın bölgesi ve göğüsleri açıkta kalacak şekilde soyulmuş ve karnının üzerinde, içinde bir bez parçasına sarılmış Arap harfleri ile yazılmış birkaç kâğıt parçası bulunmuştu. Ayrıca odanın değişik yerlerine saklanmış kelepçe, uyku verici ilaçlar, iğne ve serumlar da vardı. Savcı ve komiserin gördükleri manzara; hocanın odasında tedavi gördüğünü söyleyen kadınların neden sürekli uyku halinde olduklarını yeteri kadar anlatıyordu. Nezih iddi dosyasını eksiksiz hazırlamıştı. Mahkeme görüldü ve sanık suçlu bulunarak altı yıl yatmak üzere cezaevine gönderildi.

****

              Nezih ve Yakup verilen cezayı az bulsalar da yine de bir sahtekarın insanların dini duygularının sömürülmesinin önüne geçtikleri için mutlu olmuşlardı. Ancak asıl şok haberi Nezih üç ay sonra bir başka dava nedeniyle Muhittin Hocanın yattığı Ceza ve Tevkif evine gittiğinde alacaktı. Cezaevi Müdürü kendini karşıladığında aynen şöyle demişti:

“Savcı Bey, bu adam geldiğinde en azından içerdekilere namaz kıldırır dua öğrettiririm demiştim ama adam abdest almayı bile bilmiyordu. Şimdi tuvaletlerin temizlenmesinden sorumlu”

 

Not: Bu hikâye gerçek bir olaydan alınmış olup kasaba ismi özellikle verilmemiştir. Öyküdeki isimler gerçek isimler değildir.


Yorumlar - Yorum Yaz
AlışSatış
Dolar34.091634.2282
Euro37.013337.1616
Hava Durumu
YAYIMLANAN KİTAPLARIM
HAYATIN GÜLDÜREN YÜZÜ

HAYATIN GÜLDÜREN YÜZÜ,
SADIK ŞENDİL.
RENCİDE GÖLGELER SOKAĞI
NAİL'İ BIRAKAMAM
İdil 2
SAYILMAYANLAR
Sayılmayanlar, raflarda yerini aldı.




Okuyucu Yorumları
ŞAM'DA BİR MARDİNLİ