Bu yazıyı tarihe not düşsün diye yazıyorum.
Bu gün 16 Şubat 2015. Dün 15 Şubat yani bütün dünya bir gün önce sevgililer gününü kutlamanın mutluluğunu yaşarken, biz, Türkiye’mizde, bir acı habere uyanıyorduk. Özgecan bir anda ülkemizin kalbi olmuş idi. Cansız bedeninde binlerce gözyaşı ile insanlığa son mesajını veriyordu. Tüm Türkiye ayağa kalktı. Tüm Türkiye’nin canı yandı. Ve 15 Şubat Pazar günü Özgecan sonsuzluğa uğurlandı kadınların omuzunda. Bazıları - ki onlar - bu sıralarda 7 (yedi) yaşındaki kız ile 25 yaşındaki bir erkeğin evlenebileceği üzerine verdikleri fetvayı anlatıyor, Utanmadan “annen de olsa dizinin üstü tahrik eder” – “çalışan her kadın fuhuşa tahrik eder” diyor, Özgecan için ağıt yakmak yerine onun giydiği mini eteğe laf edip, cenazesinin kadınlar tarafından kaldırılmasının dinen caiz olmayacağını anlatıyorlardı. En acısı; onları dinleyen ve hak verenler vardı. Bunlara en güzel cevabı Gazeteci Tuncay Özkan verdi “Cenaze, erkeklerin taşıyamayacağı kadar ağırdı”.
Ancak bana en az bu cenaze kadar ağır gelen ise; kendine gazeteci diyen iki kadının yazdıkları oldu.
Yeni Şafak /Sevda Türküsev;
"Uğradığı tacizi doktora değilde sosyal medyada yazan kadınlara: Bi kendinize gelin, dizilerdeki gibi kahraman mı olacaksınız sanıyorsunuz?"
Yeni Şafak / Cemile Bayraktar:
"Müslüman ülke, tecavüz... fırsatçılığına soyunmayın, Amerika'da her iki dakikada bir kadın tecavüze uğruyor. Şimdi çenenizi kapatın"
Selçuk Üniversitesi İlahiyet Fakültesi Dekanı Prof. Çeker:
“Dekolte giyene tecavüz ederler” Diyerek öğrencilerinin haklı olduğunu savundu.
Özgecan
O Can’dır, O Özge’dir,
Onlarcası, yüzlercesi adına
O bir simgedir.
O da kendinden olanlar gibi
Toprak altındadır.
Ülkem;
Edirne’den Ardahan’a
Hakkari’den İzmir’e
Mersin’den Sinop’a
Kan altındadır.
Sen, ben, biz, siz, onlar
Twit atanlar, Facebook’ta yazanlar,
Tüm insanlık artık
zan altındadır.
Onlar göğe yükselir,
Bayrak olurlar
Onlar insanlık için umut olurlar
Sen ne yaparsan yap
Onlar şan olurlar
Sen perişan.
Bundan sonra yazacaklarım aslında önemini yitiriyor gibi, ancak yukarda yaşadığımız olayın bir yol haritası olduğu için üzerinde durmak istiyorum.
Spor insan zihnini en iyi terbiye eden unsurlardan birisidir. Yaşama disiplin katar. Rekabet duygusu ile rakibini alkışlama becerisini birlikte geliştirir ve insan olma özelliğimize katkı sağlar. İşte bu amaçla 1953 yılında kurulan, milli takıma oyuncular veren, hizmetleri nedeniyle Türkiye Olimpiyat Komitesi tarafından “fairplay” ödülüne layık görülen tek tenis kulübü olan İstanbul Tenis Kulübü 15 Şubat 2015 tarihinde Spor Bakanlığı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve Tenis federasyonu üçgeni (Ben onlara Bermuda Ş. Üçgeni diyorum) arasındaki türbülansa kurban olarak boğulma kararı alldı ve Türkiye Cumhuriyeti Tenis Tarihindeki aktif yaşam hayatını sonlandırdı.
Duygusal anlar yaşandı. Başkan Ahmet Aras (son Başkan olarak tarihe geçti) konuşurken; başta Divan Başkanlığı görevini üstlenen (ITK tarihinin son Divan Başkanı olarak kayda geçti) spor camiasının çok yakından tanıdığı sevgili ağabeyimiz Sami Çölgeçen olmak üzere Genel Kurul’a katılan tüm delegeler duygulu anlar yaşadı. Hukukun aciz kaldığı (ya da garabetini kanıtladığı) ve tüm tenis kulüplerinin sadece seyrettiği (belki de korkudan susturuluduğu) süreç sona erdi ve gasp edilerek el konulan tesisler ve malzemelere veda edildi.
Alman Papaz Martin Niemöller, Hitler faşizmini şu cümlelerle anlatır;
Önce Sosyalistleri topladılar Sesimi çıkarmadım, Çünkü ben sosyalist değildim.
Sonra sendikacıları topladılar, Sesimi çıkarmadım, Çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudileri topladılar, Sesimi çıkarmadım, Çünkü Yahudi değildim...
Sonra beni almaya geldiler...Benim için sesini çıkaracak
Kimse kalmamıştı.”
Bizde ise Tenisçiler bile sustu………