Numan’ın Doğumu
Nadire artık anlıyordu taşıdığı ağırlığın, aylardır kanı ile beslediği yeni yavrusu ile kucaklaşmasının zamanı gelmişti. Kendince tecrübeli idi. Bu dördüncü olacaktı. Daha önce üç tane kız doğurmuştu. Bir de oğlu olsun istiyordu. Dokuz ayı geçen hamileliğinin son günlerini yaşıyordu. Hani mahalli tabir ile eli kulağında idi doğumun. Her an bebek gelebilirdi dünyaya, Acaba ne olacaktı? zaten üç tane kızı vardı, oğlu olsun istiyordu artık. Nede olsa ailenin en büyük oğlu ile evli idi. Ortanca kardeşin bir oğlu olmuştu daha önce. Gerçi ne eşi, ne de gelin geldiği aile böyle bir saplantı içinde idi ama o gene de bir oğlu olsun istiyordu. Oldukça medeni bir düşünce tarzı ile eğitim almış ve Atatürk kültürü ile yoğrulmuş kültürlü bir aileden geliyordu. Kendisi de Malatya’nın ilk kız lise mezunlarından bir idi. Senelerce öğretmenlik yapmış ve kardeşlerinin eğitimine destek olmuştu.
Lise dönemlerini hatırladı birden, Tahtalıminare’de oturuyorlardı, Hamamın karşısında kocaman bir kapıdan giriliyordu eve. Evin önünde küçük bir su kanalı vardı. Giriş kapısından sonra sağ tarafta bir kaç kaysı ağacı ve bir erik ağacı vardı. Hemen onların yanında kocaman bir tandır örtmesi var idi. Tandır ekmeği yaparlardı zaman zaman tüm komşular toplanıp. Kapının tam karşısına gelen duvar büyüyen ailenin gereği evi ikiye bölmüş ve evin selamlık tarafı olan kısmı Nadire’lere kalmıştı. Ancak bu duvarda bir kapı daha vardı oradan Amcasının oturduğu eve geçiliyordu. Kapının yanında bir ateş ocağı vardı. Yemek pişirdikleri. Fırının tam karşısında Tandır örtmesinin yanında üzeri derme çatma teneke ve bir kaç tuğla ile kapatılmaya çalışılmış odunluk vardı. Burada yaz kış odun bulmak mümkündü. Yazları bu odunlar tandır ekmeği yapmakta kullanılır kışın ise kış damı denilen odayı ısıtmak için kullanılırdı. Amca çocukları ile kendilerini ayıran kapı zaten sürekli açıktı ve tüm çocuklukları beraber geçmişti. Amcasının oğlu Tevfik , en küçükleri Asım ile nerdeyse aynı yaşta idiler ve sürekli beraber vakit geçirirlerdi. Tabi Asım’ın okumasından ve ders çalışmasından arta kalan zamanlarında. Hatta annesi, evin daha bölünmediği zamanlarda Asım’ı amcalarının tarafında orta eyvan da doğurmuştu.
Evin ana giriş kapısının hemen solunda küçük bir havuz ve sürekli akan bir artezyen suyu vardı. Nasılda soğuk olurdu o su, içmeye doyamazlardı. Ev ana kapısından girince bahçenin sol tarafında kalıyordu. Bu evde geçen günleri hatırladı, o evde büyümüş şimdi kim bilir dünyanın neresinde olan erkek kardeşi Asım’ı düşündü. Liseyi bitirip yurt dışına okumaya gitmişti. İsviçre’de fizik okumuştu. Çok başarılı bir öğrenci idi ve burs kazanarak oraya gitmişti. Acaba bir oğlu olacak ve o da dayısı gibi başarılı bir dünya adamı olacak mıydı?
Ağrıları artmaya başlamıştı. Bebek sürekli tekmeliyor ve bir an önce dünyaya gelme savaşı veriyordu. Evet savaş başlamıştı bebekle anne arasında. “Yarın Leyla-ı Kadir“ diye geçirdi içinden. Bebek bugün veya yarın doğarsa kadir gecesi doğmuş olacaktı. Duaya başladı, Tanrıdan dünyaya yararlı bir evlat getirmesi ve ona en iyi eğitimleri verebilmesi konusunda destek istedi.
Eşinin görevi nedeni ile sürekli Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu da dolaşıyorlardı ve Nedreti de Sason’da doğurmuştu. Ne zordu buralarda doğum yapmak!!. Ne zordu buralarda kadın olmak. Nedret’i doğurmadan önce, hamileliğinin en zor dönemlerinde, katır sırtında yaptığı yolculuk düşündü. Hayvanın üzerine konulmuş iki taraflı sepet eyerin bir tarafında Rezzan diğer tarafında Suzan oturuyordu. Sason’un o yüksek dağlarında bugün bile arabaların zor gidebildiği yollarda at sırtında karnı burnunda yolculuk yapmıştı.
O kadar çileli olmazsa da Mardin de bir yokluklar beldesi idi. Doktor yoktu ona yardım edecek, eğer şansı yaver giderse hemşire bulunacak ve hemşire yardımı ile doğuracaktı dördüncü çocuğunu. Yataktan kalmak istedi, hava kararmaya başlamıştı birazdan ezan okunacak ve herkes iftar için yemek isteyecekti. Günlerin uzun olması işini biraz kolaylaştırıyordu. Yıl 1953 ve Mardin’in enerji kaynağı, valinin yaşamına göre ayarlanmış bir jeneratör ile sağlanıyordu. Şehrin elektriği Vali beyin uyumasına göre ayarlanmıştı. Vali Bey’in evinin ışıkları söndüğünde jeneratör kapanır ve şehir karanlığa gömülürdü.
Bir yanda sıcaklar, diğer yanda ise hamilelik Nadire’yi iyice zorluyordu. Şar mahallesindeki evleri Karşıdan bakıldığında bir merdiven nizamında yapılmış tarihi Mardin evlerinden birinde oturuyorlardı ve bu ev merdivenin son basamağı olarak Mardin kalesi ile arasında sadece Dağın eteklerini almıştı. Dar Mardin sokaklarından bu eve ulaşmanın iki yolu vardı; Yürümek ya da eşek sırtında gelmek. Her iki çözüm de Nadire için pek tercih edilen bir çözüm değildi artık. Bu zorluklar nedeniyle de uzun bir süredir evden çıkmıyordu Nadire.
Haziran ayının başı ama ramazanın da son günleri idi ve evde oruç tutan iki kişi vardı. Kayınvalidesi ve Kocası İskender. Ayrıca en büyüğü 7 yaşında olan ve aralarında 2 şer yaş olan üç tane kız çocuğu vardı onun eline bakan.
Kayınvalidesi, doğum öncesi çocuklara bakmak ve gelinine doğumdan sonra da yardımcı olmak için gelmişti Mardin’e. Ne de olsa 3 tane kız çocukla beraber hamilelik kolay değildi. Kızlar arasındaki yaş farkı hesaplanmış gibi 20 ay civarında idi. Gelecek olan da sanki bu farka sadık kalmak istiyordu.
Yavaşça uzandığı yataktan kalktı, Büyük kızına seslendi
-Rezzan, Rezzan kızım bakar mısın! Birazdan baban gelecek hadi yardım edin de sofra kuralım.
Rezzan o çocuksu sesi ile cevap verdi,
- Biz babaannemle beraber hazırlıyoruz anne sen yorulma.
- Nadire sen kalkma şimdi, baksana şu haline ben gerekeni yapıyorum
Diye seslendi kayınvalidesi.
Allahım ne zordu bu kocaman karnı ile kalkmak yataktan. Kalkamadı zaten artan ağrıları nedeni ile bir çığlık attı yattığı yerden. Kızlar çığlıktan korkmuş olarak koşa koşa annelerinin yanı geldiler. Bu arada sofraya götürmek için eline aldığı bardakları düşüren ortanca kardeş Suzan bardakların kırılmasına sebep olmuştu. Ama çığlık o kadar korkutmuştu ki, bardakları kırdığının farkına vardığında babaanne kırıkları temizliyordu. Yarı emekleyen yarı yürüyerek ortalarda dolaşan Nedret ise ne olduğunu anlamaya çalışan bakışlarla etrafı inceliyordu.
Ya bebek gece gelmeye kalkarsa diye içinden geçirdi Nadire. Gecenin karanlığında Mardin’de doğru dürüst aydınlatma da yoktu, daha cumhuriyet kurulalı ne olmuştu ki Mardin’e elektrik gelsin. Vali de Muhtemelen teravi kılıp yatar ve jeneratör de kapanırdı böylece. Mardin, sahura kadar karanlıkta kalacak, sahurda yine valinin ev ışıkları sönene kadar çalışacaktı. Hep dua etti içinden doğumun ertesi güne kalması için. Ağrılar içini inletiyor bebek de rahat bırakmıyordu bir türlü.
İftar yemeğine katılmadı Nadire. Aile onsuz oturmuştu sofraya ama herkesin kulağı içerden gelecek bir sese dikkat kesilmişti. Dikkatle yenilen yemekten sonra tekrar Nadire’nin yanına gittiler kızlar, olur ya anneleri bir şey isteyebilirdi.
İskender, yemekten sonra dışarı çıkmış teravi sonrası, şehrin ileri gelenleri ile şehir kulübünde sohbete başlamıştı. Nede olsa her yer yakındı birbirine bir şey olsa hemen haberi olurdu, hoş doğum sırasında onun yapacak pek bir şeyi yoktu ya. Tüm şehir halkı savcının karısına yardım etmek için hazır bekliyordu. En ufak bir haberde hepsi koşturacaklardı. Zaten hep öyle olmaz mıydı, Mardin, küçücük bir şehir herkes tanır birbirini ve her şey imece usulü, yardım ile yapılırdı bu ufacık Güney Anadolu kentinde.
Teravi namazından sonra komşular birer birer gelmeye başladılar eve. Son bir haftadır alışkanlık haline gelmişti zaten. Bir görünüp Nadire’nin sıhhatini soruyorlar ve durumu kontrol ediyorlardı. Bu hem merak hem de yardım etmek arzusu ile karışık bir duygu idi aslında. Acaba gene kız mı olacaktı?....
Nadire, gelip gidenlerin yoğunluğu içerisinde ağrılarının arttığını pek fark edemiyordu. Ama geç vakitlere doğru yorgunluktan gözlerini açamayacak kadar uykusunun geldiğini fark etti ve uykuya daldığında evde hala misafir var mıydı hatırlamıyordu............
Sabah ezanı ile uyandığında kayınvalidesi sahur sofrasını topluyordu. Ana oğul sahur yapmışlar ve karşılıklı kahvelerini içmiş sigaralarından son nefesini çekiyorlardı. “Tanrım ana oğlu hem kendilerini hem de çocukları zehirliyor “ diye içinden geçirdi Nadire. Elini yavaşça karnına götürdü, Bebeği uyuyordu herhalde, hiç kıpırdamıyordu, oysa akşamki ağrılar sanki işin sonuna geldiğini haber verir gibiydi. Artık doğurmak istiyordu sıcaklara dayanamıyordu böyle ikicanlı. Anne diye seslendi kayınvalidesine, susamıştı. Meryem hanım hissetmiş gibi elinde bir bardak su ile geldi yanına elinde de hafif nemli bir havlu.
Önce suyu verdi Nadire’ye sonra da alnına ve boynuna biriken terlerini silmeye başladı yavaşça. Kızlar içerde derin derin uyuyorlardı. Nasıl yalvarmışlardı babaannelerine sahura kaldırmaları için. Davulcuyu göreceklerdi balkon avlu karışımı yere çıkıp. Meryem hanım birkaç kez gitti onları uyandırmaya ama o kadar derin uyuyorlardı ki kıyamadı hiçbirine. Çocuklara tekrar bakıp döndüğünde Nadire tekrar uykuya dalmıştı. Her şeyin yolunda olduğunu gördükten sonra artık sabah namazına durabilirdi ve öylede yaptı.
Nadire uyandığında, İskender çoktan işe gitmişti. Bu uyanma pek öyle hayırlı bir uyanma değildi aslında. Ağrıları vardı, kayınvalidesine seslendi. Meryem hanım içeri geldiğinde zorla ağrılarım var diyebildi. Saat öğlene yaklaşıyordu ve pencereden giren güneş iyice yakmaya başlamıştı. Meryem hanım, ağrıların sıklaşması ve Nadire’nin tepkisinden artık bir şeyler olacağını hissetmişti. Hemen çocukları yanına alıp dışarıya çıkarttı ve evin avlusunu çatı olarak kullanan alt komşuya seslendi. Çocuklar avludaki merdivenden hemen aşağı inerek orada oyuna dalmışlardı bile. Kızları oraya bıraktıktan sonra eve geldi ve Ev sahipleri Şükrü beyin karısı Fahriye’ye seslenerek yardıma çağırdı.
Zaten oturdukları ev birbirine geçmiş dört (4) evden oluşuyordu. Her ne kadar Mardin’in en güzel evlerinden biri sayılsa da gene de kısıtlı imkanlar la yaşam devam ediyordu. Ev’de her aile için ayrı bir giriş kapısı olmasına rağmen kendi içlerinde bir yan kapı ve bir merdiven ile birbirlerine bağlı idi. Sinemacı Şükrü’lere ait olan bu evde 4 aile birlikte oturuyorlardı. Ev, Şar mahallesinin 241 nolu sokakta 6 numaralı evini dik kesen merdiven üzerinde olup 4 kapı numarasını taşıyordu. Ana giriş evin odaları ve mutfağını birbirine bağlayan bir avluya açılıyor yaklaşık 12 M2yi bulan bu avlu çocukların oyun oynayabilecekleri ender düz alanlardan biri idi.. Bu avlu aynı zamanda yan komşu Tarzan Sakin’lerin evinin damı oluyordu ve avluyu odalara bağlayan kapının önünden bir merdiven ile Sakin’lere inilebiliyordu. Türkan, olaylarla dolu bir evlilik yaşamış ancak daha evliliğin ne olduğunu anlayamadan henüz 15 günlük gelin iken kocası Sakin Kore’ye askere çağırılmış ve olaylı evliliğin yükünü daha omuzundan atamamıştı. Nadire onun en yakın arkadaşı olmuştu. Nadire, kokusuna doyamadığı kocası ile arasındaki hasreti gideren yegâne köprü idi. Kocasına, Nadire mektup yazar, kocasından gelen mektupları da ona okuturdu. Nadire Mardin’den ayrıldıktan sonra dahi mektuplarla devam edecek bir arkadaşlıktı bu.
Fahriye hanım eve gelene kadar haberi bütün mahalleye yaymış ve yeğeni Bahattin’i de Hükümet binasına göndererek İskender’e haber verilmesini sağlamıştı. Bütün şehir bir anda olayı duymuş ve yardım için Nadire’nin yanına geliyordu. Herkes bu telaş içerisinde iken vakit geçiyor ve Nadire’nin ağrıları gittikçe artıyordu. Artık kimse iftarın yaklaştığının farkında bile değildi tüm dikkatler Nadire’ye yönelmişti. O kadarki hâlâ ebelik görevini yapacak hemşireyi çağırmak kimsenin aklına gelmemişti. Ebenin olmadığı son anda anlaşıldı.
Hemen ebenin evine bir haberci gönderildi. Ancak gelen haber pek de iç açıcı değildi. Ebe evde yoktu. Peki neredeydi? Şehirde başka doğum yapması beklenen de yoktu o sıralarda. Acaba köylerden birine mi gitmişti? Ya ebe bulunamazsa! Ya Bebek, ebe gelmeden doğmak isterse? Kim yardım edecekti Nadire’ye? Kim alacaktı bu sorumluluğu?
Gerçi Meryem hanım yaşı itibarı ile çok doğumda bulunmuş ayrıca da başından beş doğum geçmiş biri olarak oldukça tecrübeli idi ama gene de gelininin sorumluluğunu almak konusunda pek cesur değildi. Ama giden haberciler hep ebeyi bulamadan geliyorlardı. Meryem hanım durumun artık yaklaştığından iyice emin olmuş ebenin bir an önce bulunması için dua ediyordu. Biryandan da komşulara seslendi
- Hanımlar sıcak su hazırlayın bari, Ebe geldiğinde hazır olur en azından.
- Biz onu hazırladık dedi oğlu Kore’de asker olan Şerife Hanım.
Nadire ve bebek sanki bu konuşmayı bekliyor gibi birden harekete geçtiler. Nadire’nin çığlıkları ile birlikte etrafı sular kaplamaya başlamıştı.
-Bebek geliyor dedi Meryem Hanım; “çabuk suyu getirin bu tarafa” diye seslendi yüksek sesle. Ebe de neredeydi sanki yer yarılmış içine girmişti. Yapacak pek bir şey kalmamıştı artık. Bebek geliyordu. Nadire’nin çığlıkları yeri göğü inletiyordu. Komşular ellerinden tutmuş ona yalnız olmadığını hissettirmeye çalışıyor ve bir yandan da derin derin nefes alması için öğüt vermeye çalışıyorlardı. Nadire, bağırsın mı? yoksa nefes mi alsın? bir türlü karar veremiyordu. Bir yandan da kayın validesi ona bebeği itmesini söylüyordu. Tanrım hangisini yapacaktı. Canı çok yanıyordu bağırsa naralar atsa ne işine yarayacaktı, ağrısı azalmıyordu ki. En doğrusu kayınvalidesinin dediğini yapmalı bebeği itmeli ve bir an önce onu dışarı atmalı idi.
Gözlerini kapattı tüm gücü ile bebeği itmeye başladı. Tekrar Tahtalıminare’ye gitti anılarında, Annesini ve kendi doğumunu düşündü. Aklında en net kalan anı kardeşi Asım’ın doğumu idi. Ama iyi ki doğmuştu Asım. Şimdi önemli bir bilim adamı olma yolunda ilerliyor ve ailenin medar-ı iftiharı oluyordu her geçen gün. İnşallah oğlum da öyle olur diye içinden geçirdi. Sonra birden kendine gelerek “Oğlum” dedim diye düşündü ve o güçle son bir defa daha yüklendi......
Bir bağırma işitti arkasından
n Ah be veled ne uğraştırdın bizi!!!!!
Kayınvalidesi böyle bağırıyordu dünyanın yeni misafirine. Nadire bunu duyunca Oğlum oldu çok şükür diye düşündü. Çünkü o “veled” in sadece erkek çocuklara söylendiğini düşünmüştü o karmaşada.
Gözünü açtığında ağrıları azalmıştı merakla etrafına bakınırken Ebenin sesini duydu “Aşkolsun Nadire hanım!! hamamdan gelmemi bekleyemedin de kayınvalidenin kucağına doğurdun oğlunu......................” Ebenin hamamda olduğunu öğrendiklerinde Rezzan hızlıca hamama gidip ebeyi çağırmış eve gelmişlerdi.
Adını Mehmet Dursun Numan koydular yeni doğan Aydınoğlu’nun