ÖZGÜR BİLİNÇ ÖZGÜR BİLİNÇ
Veriden bilgiye bilgiden tecrübeye, tecrübeden bilgeliğe giden bir yolculuktur özgür bilinç. Aslın da gerçek hayattan kopup kitap dünyasına gitmek, bir başka gerçek hayata, yaşanmışlığa yelken açmak anlamı taşır satırların arasında. Çünkü kitaplar da hayatın gerçekleridir hem de tam gerçekleri. Kitap, sizi kimi zaman alır sizi tarih öncesine götürür, geçmiş zamanda yolculuk yaparsınız. İşte birçok bilim kurgu filminde gördüğünüz zaman yolculukları aslında tam da bu kitapların yaptığı şeydir. Bir başka deyişle zamanda yolculuk yapmak için öyle olağanüstü aletlerin icat edilmesi gerekmiyor. Kitap o işi sizin hayal gücünüzü de kullanarak size yaptırıyor zaten. Üstelik de her kitapta bir başka mekâna, bir başka zamana seyahat etmek mümkün. Vizesiz, pasaportsuz. Yani bir nevi size hayatı müze gibi gezdirir kelimeler içerisinde. Kimi zaman da alır sizi bilim kurgu romanlarında geleceğe taşır. Yani sonuçta kitap, öyle veya böyle sizi, yazarın yaşanmışlıklardan ilham aldığı hayal dünyasında bir yolculuğa çıkarır. Çoğunlukla da aslında gerçek yaşanmışlıkları kendi kelime haznesinin yettiği kadarıyla kurgulayarak okuyucusuna ulaştırır. Kitaplar yaşamın ta kendisidir dersek hiç de abartmış sayılmayız. Yaşanmışlıklar müzesidir kitaplar. Bir binaya, yıkılmış bir ahşap eve, terk edilmiş bir köye, eskimiş bir ayakkabıya baktığınız zaman size anlamsız gelebilir ama yazar o gördüklerinizi, sizi yaşanmışlıkların içine çekerek her birine anlam katarak size ulaştırır. Size her biri içindeki hayatı gösterir. Objeler, sadece müze gezilerinde gördüğünüz objeler, onlar, yaşanmışlıklara ait birer somut delildir. Kitap, o somutu soyut hale geçmiş halinden tekrar kelimeler içerisinde size sunar. Somutken soyut bir hale gelmiş bir objenin yeniden soyuttan somuta geçişinin ikinci hamlesidir bir nevi. Mesela Auschwitz’e gittiğinizde gördüğünüz bavullar, saçlar, ayakkabılar, fırınlar hepsi birer daramın sembolü olarak yaşanmışlardan geri kalan anılardır ama, o somut görsellerin hikâyelerini kamptan sağ çıkanlar arasında olan Viktor Emil Frankl’ın kaleme aldığı Hayatın Anlam Arayışı kitabında okuduğumuzda bir anda bütün o somut objeler hayat bulur karşımızda. İşin açıkçası, pencerelerden içeriye baktığınız zaman içerdeki hayatı görmezsiniz, göremezsiniz. Yazar onu yapar sizin için ve perde kapanana kadar siz, o hayatı yaşarsınız. Bugüne kadar yazdığım hiçbir kitap hayallerimin ürünü değildir hepsi yaşanmışlıkların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Yani sizlere yaşanmışlıkları getirme çabamız vardır bu gönüllü çalışmamızda. Sonuçta bir kitabı okuruz elimizde şu üç neticeden biri kalır:
a-) Okudum, hiçbir şey anlamadım. b-) Okudum, anladım c-) Okudum, anladım, öğrendim
a-) Eğer okudum ve hiçbir şey anlamadım diyorsanız size Mart Twain’in öğrencisine söylediği sözü hatırlatırım. “Kitabı okudum ve hiç anlamadım” diyen öğrencisine “Sen şimdi bir elma yedin diyelim. Hemen büyümüş mü olacaksın. O elmanın senin bedeninin nerelerini beslediğini ne kadar fark ediyorsun?” b-) Okudum ve Anladım diyenlerdenseniz o zaman şu soruyu sorun kendinize. Bu anladıklarımı ve kendi kelimelerim ve cümlelerimle ne anladığımı kendime anlatabilir miyim? Yazarın kelimelerine ve cümlelerine ne kadar bağlıyım? c-) Bu durum aslında “b” şıkkına verdiğiniz cevapla direk ilgilidir. Eğer gerçekten yazardan bağımsız olarak kitabı, konuyu kendi cümleleriniz, örnekleriniz ve kelimeleriniz ile anlatıyorsanız işte o zaman ÖĞRENDİNİZ DEMEKTİR. Öğrendiyseniz kendi bilincinizi oluşturmaya doğru yol alıyorsunuz demektir. Einstein’ın dediği gibi; “eğer bir konuyu basit cümleler ve örneklerle anlatamıyorsanız o konuyu hala anlamamışsınız demektir.” Veriden bilgiye, bilgiden tecrübeye ve tecrübeden bilgeliğe uzanan yolculuğunuz ancak oluşturduğunuz bilinç ile sizi özgür kılacaktır.
NA 13/10/2024 |
201 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |