İmamoğlu hata yaptı peki, bizim hatamız ne? İmamoğlu hata yaptı peki, bizim hatamız ne? Son birkaç gündür İBB Başkanını bir fotoğraf yüzünden eleştirmeyen kalmadı. Adeta topa tutuldu, linç edilme seviyesine geldi. Kimileri onun gemisinden indi bile. Başkanın davranışı hata mıydı ayrı konu ama eleştiri yapmanın hata olmadığından eminim. Bizim en büyük farkımız da o. Biz kişilere biat etmiyoruz. Beğenmediğimiz davranışlarını da patır patır suratlarına hem de hiç korkmadan söyleyebiliyoruz. Cesuruz ve çabamız ise Tam Bağımsız Türkiye içindir. Zaman zaman davet edildiğim toplantılarda kullandığım ve her fırsatta öğrencilerime de söylediğim bir sözüm var benim. “Tecrübe size bir daha düşmemeyi öğretmez, Düşeceğiniz zaman hazırlıklı olmanız gerektiğini, yanınıza ip almanız gerektiğini gösterir.” Bu iş siyasette o kadar çok yaşanır ki, tıpkı analog dalgalar gibidir her şey. Hele de arkanızdaki destekçileriniz bir biat kültüründen gelmiyorsa, Yani düşüşleriniz sırasında destekçileriniz; a-) Elinizden tutup kaldırmıyor ve eleştirirken, sizi gömmek yerine çamurdan çıkartmaya çalışmıyorsa, b-) Anında sizi terk edip bundan adam olmaz deyip hemen yeni alternatifler arıyorsa (Nedense bu kesim hiçbir zaman; acaba o alternatif ben miyim? Diye sormaz ve işi hep yeni bir lidere havale eder bilmem) yaşam da siyaset te çok zor. İmamoğlu da böyle aslında. Temelinde biz toplum olarak siyaseti “Lider Odaklı” yapmayı seviyor ve bir anda öyle bir kişi bulalım ki hiç hata yapmasın ve bizi çamurdan çıkartsın istiyoruz. (Biat kültürünün bilinç altı davranışı belki de) Atatürk, bundan 100 yıl önce bunu yaptı diye sanki her kes yaparmış gibi düşünüyoruz. Oysa dünya tarihinde lider odaklı hiçbir devrim Atatürk Devrimleri gibi bir sonuç yaratmadığı gibi, hiçbir devrimci de Atatürk gibi bir dehaya sahip olamadı. Atatürk, bu anlamda bizim için büyük bir şans idi. Ancak bir o kadar da şanssızlık. Atatürk te devrimlerini ve Kurtuluş Savaşını yaparken, lider odaklı siyasete saplanmayalım diyerek daha ilk günden kongreler tertip etti ve TBMM’sini kurarak devrimlerini bir ekip ile yapmanın doğruluğunu bize işaret etti. Başkumandanlık yetkisini dahi geçici bir süre olmak koşuluyla kabul etti. Yasama, Yürütme ve Yargıyı da ayırarak bir denetleme sistemini kurdu. Onun devrimlerini hak etmek ve ülkeyi daha yukarılara taşımak yerine, bir avuç yobaza teslim ederken seyirci kalan bizler, şimdi kurtuluş için yine ve yendien lider odaklı bir çözüm peşindeyiz. Yanlışımız burada. O gün (6 Mayıs 1972), Vatan Haini(!) diye astığımız gençler, 1968’in 1 Kasım’ında Samsun’dan başlattıkları Mustafa Kemal Yürüyüşü sırasında tuttukları günlüklerde bu tehlikenin de tespitini yapmışlardı. Ben baştan beri bu tezi savunuyorum.
Biz aydınlar(!), birbirimize omuz vermek yerine paçalarımızdan aşağı çekerken DOGMA’ların yarattığı kara gözlüklerle dünyaya bakan örümcek ağı ile kaplanmış beyinler ülkeyi sardı. Bilmek yerine inanmak savaşı; 1946’larda başladığı masa altı faaliyetlerinin meyvesini toplar oldular.
Bu tür hatalarımızı ve sorularımızı daha da artırmak mümkün ama ben günümüze geldiğimde yine aynı hatayı ve hataları yapıyoruz diyorum. Bütün çözümü tek bir adamdan bekliyoruz. “Seçelim o yapsın, bizi ötekileştirenlerden intikamımızı alsın. 20 senedir bize yapılanları o da onlara yapsın.” Bu mudur bizim ülke için beklediğimiz çözüm? Ya da seçeceğimiz liderden ülke adına yapmasını beklediğimiz yönetim anlayışı? Bu mudur ona verdiğimiz görev onu seçerken? Evet; O bir hata yaptı. Hata yapmayan insan hiçbir şey yapmayan insandır. Ancak biz o hatanın üstüne mum dikiyoruz. Bir anda kalem kırıyoruz. Oysa yapacak çok işimiz var. Şöyle bir bakın son yıllarda ne hatalar yapıldı ne çileler çekildi. Cezaevlerinde masum insanlar öldü. Düşünen beyinlerimiz; ya cezaevlerinde çürümeye ya da yurt dışında sürgün hayatına mahkûm edildi. Kolay mı yetişiyor bu insanlar. Gerçek olan şey şu ki; Yüreğim yanıyor. Aklımda hep Nazım’ın Şiiri bana sesleniyor “Akrep gibisin kardeşim / korkak bir karanlık içindesin akrep gibi / serçe gibisin kardeşim / serçenin telaşı içindesin / midye gibisin kardeşim / midye gibi kapalı, rahat / ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim……. -demeğe de dilim varmıyor ama- / kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!” Susmanın bedelini ödüyoruz. Çocukluktan beri bize hep “Sus Küçüğün Söz Büyüğün” dediler hayal kurmamızı istemediler Şimdi Dünya, o hayal kuran çocukların Gerçekleştirdiği Hayalleri (NfT, Web 3, Metaverse) konuşurken biz daha orucu neyin bozacağını, Ameliyat sırasında ezan duyarsa ameliyatı kesip kesmeyeceğini soran tıp öğrencilerini konuşuyoruz. Dedim ya; yapılan şeyin yanlış ve hatalı olması, sonradan kullanılan cümlelerdeki tavırlar çok tartışılmalı ancak dikkat: içinizdeki başta Nagehan Alçı olmak üzere diğer sevmedikleriniz kişilere olan kininizi kusuyorsunuz. Herkes ne çok kin biriktirmiş ve her kes ne çok intikam alma derdine düşmüş. Hayretle izledim. Sormak lazım siz o eleştirdiklerinizi kinleri ve intikam alma duyguları nedeniyle eleştirmediniz mi? Davranışlarınızla kininizin adresini değiştirmiyor musunuz?
Saygılarımla Numan Aydınoğlu
|
706 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |